Eğitimde dijitalleşme kalıcı olacak mı?

Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi temel Eğitim Bölümü Öğretim Elemanı Öğr. Gör. Hasret Kökten, Koronavirüs (Covid-19) salgını sonrası, eğitimde yaşanılan dijital değişimin eğitim sisteminde kalıcılığı konusunu değerlendirdi.

Değerlendirmesine
ilk olarak 20. yüzyılın sonu 21. yüzyılın başlarıyla beraber, eğitimi ve eğitim felsefesini etkileyen iki önemli
paradigma olan postmodern eğitim ve neoliberal eğitimi açıklayan Öğr. Gör.
Hasret Kökten, postmodern eğitim anlayışının, postmodern felsefenin modern
düşünceyi ve felsefeyi eleştiri süzgecinden geçirerek ortaya koyduğu bir
anlayış olduğunu ifade ederken, neoliberal eğitim anlayışını ise neoliberalizmin
ortaya koyduğu ve eğitimi hızlı şekilde dönüştüren, neoliberal öğeleri ön plana
çıkartan bir anlayışı olarak tanımladı.
Öğr.
Gör. Kökten, bu iki paradigmanın kendi dünya görüşüne ait eğitime yönelik,
felsefi temellerini oluşturma sürecinde, eğitim ve felsefe birlikteliğini
sağlayan epistemolojik (öğrenilecek bilgi), ontolojik(okulun varoluş durumu) ve
etik(değerler ve etik duruş) temelleri çerçevesinden birbirinden farklı ve
uzlaşmaz bakış açıları ortaya koymuş gibi göründüğünü söyledi.Eğitime
postmodern paradigmalardan bakıldığında, postmondern eğitim anlayışı konusunda
Öğr. Gör. Hasret Kökten şunları dile getirdi: “Postmodernizmi özelikle eğitim
bağlamıyla ele aldığımızda, realiteye, mutlaklığa ve düzene karşı sanal
gerçekliğin, simülasyonların kötü olmadığını vurgular ve öğrenme ortamlarına
bir yenilik olarak, bunların dâhil edilebileceğini öne sürer. Postmodernisteler
buradan kültürel ve epistemolojik çoğulculuğa geçerler. Foucault ve Feyerabend
gibi düşünürler, çoğulcu demokrasiyi ve tüm yerel öğelerin, kültürel unsurların
etkisinin eğitimde yapılan programlara yansıması gerektiğini savunur. Bu
bağlamda eğitim ortamında ve yapılan eğitim programlarında ‘’ben bilincine’’ ve
‘’ötekinin’’ varlığına karşı saygı sürekli vurgulanır ve öne çıkartılır.
Özellikle Kuantum fiziğindeki gelişmeleri de örnek gösteren Feyerabend gibi
postmodernist düşünürler, tek- evrensel- mutlak bilgi kaynağı ve yönteminin
olamayacağını vurgular. Aynı zamanda onlar, evrensel-nedenselliğe dayalı ve
mutlak bilim kavrayışının sorgulanmasını, tümevarım probleminin tekrar popüler
haline gelmesini, bir nevi destekler ve önemli görür. Böylece Feyerabend’in
‘’anyhting goes’’(her şey gider, her yöntem ve bakış açısı önemlidir) önermesi
daha dikkate değer hale gelir. Postmodernist düşünürlerden Lyotard ve
Feyerabend eğitimde epistemolojik bağlamda ’’Ne öğretelim?’’ sorusuna, bireyin
entelektüel gelişimini sağlayacak, bilimsel bilginin yanında, felsefe, sanat,
spor, sosyal bilim, metafizik, teoloji, mitoloji gibi bilgi çoğulculuğunu öne
çıkartır. Burada bu bilgi çoğulculuğuna destek için bilimsel yöntemlerin
yanında yorumsayıcı (Hermeneutik) yönteminde önemi ve öğrenmeye katkısı sık sık
vurgulanır. Bu özellikleri çevresinde postmodern felsefenin eğitime katkısını
özetlediğimizde, postmodernizm bilmenin ve öğrenmenin farklı bir yöntemini öne
sürerek, bilgi üzerinde farklı yöntemlerin de üzerinde durarak, bireysel
farklılıkları da önemseyen, yerelliği öne çıkartan ancak bilgi
teknolojilerinin, sanal gerçekliğin, simülasyonların ve teknolojiye dayalı
öğrenme ortamlarının da artık eğitimde yerini olmasının gerektiğini vurgulayan,
bir bakış açısı ortaya koymaktadır”Eğitim
konusunu neoliberal eğitim anlayışı üzerinden de değerlendiren Öğr. Gör. Hasret
Kökten; “Neoliberalist görüşün, özellikle 1990’larla beraber, eğitim gibi
birçok kurumda rael olarak etkili olmaya başladığı görülmektedir. Noliberal
düşünce postmodern felsefeden farklı bir epistemolojik temel hedefleyerek,
pozitivist bilimin, teknolojiye dayalı bilimsel içerikli gelişimin piyasaya
uygunluğunu dikkate alan ve piyasanın işleyişine katkıda bulunan bir paradigma
geliştirmek için çaba göstermiştir. Özelikle Hayek ‘’Ne öğretilim?’’ sorusuna
pozitif bilimler ve doğa bilimleri bağlamında sınırlar çizer. Bu durumda
neoliberal eğitim anlayışının epistemolojik temelinde, bilimsel temelli ve
uygulamalı alanların bilgisi piyasaya ve ekonomik etkinliklere katkısına dayalı
olarak ele alınmakta, değer görmektedir. Neoliberal eğitimde bilimsel bilginin
nesnelci ve bilgi temelli ekonomiye uygun olması, piyasası oluşturulabilen bir
işleve sahip olması önemli görülür. Neoliberal eğitim anlayışında müfredat
yönünden doğa bilimleri, mühendislik bilimleri ve uygulamalı(teknik-
teknolojik)bilimler gibi disiplinler, piyasaya katkısından kaynaklı birincil
öneme sahiptir. Bu bağlamda neoliberal Hayek’e göre eğitim,21. yüzyıla doğru,
bireylerin piyasa ekonomisinde daha çok para kazanması ve ekonomik hayata
bireysel çıkarları doğrultusunda katılabilmesi ve iş gücü sağlayabilmesi için
planlanan, bir etkinlik alanı haline getirilmelidir” şeklinde konuştu.‘Dijital dünya okulun ve öğretmenin
yerine geçebilir mi?
“Okuldaki
tüm işleyişi, öğretimi- eğitimi hızlı bir şekilde teknolojiye ve dijitalleşmeye
dayalı şekilde kurgulayabilmek için şu anda elimizdeki paradigmaları bir tarafa
bırakmamızı sağlayan, yeni bir eğitim paradigmasına ihtiyaç doğmaktadır. Aynı
zamanda bu eğitim paradigmasının kendine özgü eğitim hedefleri, içeriği yani
epistemolojik tavrı, öğrenme- öğretme stratejileri, yetenek ve beceri anlayışı,
gelişim gibi kavramları tekrar yorumlaması, yeterlilik algısını düzenlemesi,
öğretici ve öğrenen ilişkisine yeni yorumlar eklemesi gereklidir ve zorunludur.
Ancak şimdilik, böyle bir paradigmayla karşılaştığımıza dair bir kanıt bulunmamaktadır.
Biz günümüzde, eski paradigmaların içinde yeni düzenlemeler yaparak ve onları
güncelleyerek kullanmaya devam etmekteyiz.Evlerde
kalmak zorunda olduğumuz ve hayatın minimumda olsa devam ettiği bu günlerde
teknolojiye dayalı, teknoloji destekli eğitim, dijitalleşmenin de getirdiği
olanaklar sayesinde, öğrenme ortamları aracılığıyla her bireyin hayatına
hızlıca nüfus ettiği açıkça hayatımızın gerçeğidir. Ancak, zihinlerimizi çok
fazla dijital dünyaya kaptırmadığımız sürece, öğrenme ortamları oluşturabilmek
için, uygun şekilde yerinde kullanıldığında, yüz yüze eğitimin yerini almasa
bile, dijital dünyada öğrenme, bizim için bir alternatif oluşturmaktadır. Belki
de bir kolaylaştırıcı role sahiptir. İnsan dünyanın bir parçası olmaktan
kopmadan, realiteden uzaklaşmadan dijital dünyanın da bir üyesi olabilir.
Eğitimin bu tarzda dijitalleşmesi, Homo-digitalicusu ifade etmez, ancak
biliyoruz ki sanal dünyada sınırlar çok da belirgin değildir ve oldukça
bulanıktır. Zaten bu ortamda birey de, herhangi bir bilgiyi işleyecek nitelikli
bir derinlik oluşmadığı sürece, hangi dünyanın bilgisiyle karşılaşırsa
karşılaşsın bir sentezde bulunamayacaktır. Çünkü yüz yüze aldığımız eğitimin,
kazandırdığı beceriler ortada olmayacaktır”“Okul öncesi ve ilkokul gibi kritik
kademelerde, öğrenci ve öğretmen etkileşiminin yerini ve niteliğini dijital
dünyanın öğelerinin alamayacağı açıkça görülmektedir”
Salgın
sonrası dönemde eğitimde dijital yöntemlerinin, yüz yüze etkileşim halinde
gerçekleştirilen eğitim yöntemlerine ne ölçüde dâhil olabileceğini, yapılacak
analiz ve değerlendirmelerin sonrasında daha iyi anlaşılabileceğine dikkat
çeken Öğr. Gör. Kökten; “Bu sürecin iyi, olumlu, insan ihtiyaçlarına ve
becerilerine yönelik, nitelikli kazanımları getireceği, tüm insanların eğitim
ve öğrenme ihtiyaçlarını eşit şeklide karşılayabileceği, 21. Yüzyıl insanını
biçimlendiren yeni bir entelektüel gelişimi doğuracağına dair bir tahmin yapmak
epey zordur. Zira bu durumun kötü, insan doğasına ters düşen, insan varlığı
bağlamında tehlikeli olan ve insanın bilincini ortadan kaldıran, bir duruma
dönüşeceğiyle ilgili şimdiden tahminlerde bulunmak da zor gibi görünmektedir.
Çünkü karşılıklı etkileşimin, sosyalleşmenin, birincil ilişkilerin sınırlı
tutulduğu sanal bir ortamda, yüz yüze yapılan eğitim okuldaki eğitim ve öğretim
ile aynı olabilir mi? Sınıfların ve öğretmenlerin yerine tek bir bilgisayar,
bir nesne,-program, örüntü geçebilir mi? Bu bağlamda salgın döneminden sonra,
salgın döneminde edindiğimiz tecrübeleri de dikkate alarak, sanal ortamda,
dijitalleşmeye dayalı öğrenme durumları ve bu dönemde elde ettiklerimiz ve
yitirdiklerimiz tekrar gözden geçirilerek mutlaka ayrıntılı analizler
yapılacaktır. Yapılan bu analizler ve değerlendirmeler sonucunda, insanlık ya
kendine ve eğitime yeni bir yön verme tercihi yapacak veya yapmayacaktır.
Değişim yapmaz ise salgın öncesi hayatına daha sıkı bağlanacak, değişimi
gerekli görür ise önümüzdeki on yıl tahmin edemeyeceğimiz, bizim gibi
insanların rasyonalitesinin önceden kestiremeyeceği hızda bir dönüşüm
gerçekleşecektir. Ancak ülkemizin koşuları bağlamında olumluma şeklinde
baktığımızda, bir süre daha, zamanlama tahmini yapmak zor olsa da, okullara
ihtiyaç duyulacak, en azından okul öncesi ve ilkokul gibi kritik kademelerde,
öğrenci ve öğretmen etkileşiminin yerini ve niteliğini dijital dünyanın
öğelerinin alamayacağı açıkça görülmektedir” dedi.