Bilim insanlarından önlem uyarısı

Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Şevket Murat Şenel ve Prof. Dr. Halil Kumsar, Denizli'de merkez üssü Pamukkale ilçesine bağlı Irlıganlı Mahallesi olan ve AFAD'a göre 3.5, 3.6 ve 3.7 büyüklüklerine sahip, peş peşe meydana gelen depremlerin ardından deprem gerçeğine karşı alınması gereken önlemlerden bahsetti.

Prof. Dr. Şenel: “Yapısal açıdan
yumuşak karnımız 2000’li yıllardan önce inşa edilen binalarımız. Bina stokumuzun
yaklaşık 3’te 2’si 2000’li yıllardan önce yapılan binalardan oluşuyor.”

Denizli’nin
yapı stoku bakımından depremi değerlendiren PAÜ Teknik Eğitim Fakültesi Dekanı
ve İnşaat Mühendisliği Yapı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şevket Murat Şenel,
depremlerin merkez üssüne en yakın yapıların bulunduğu bölge olan Denizli
Organize Sanayi Bölgesi’nde yaptıkları araştırma ve görüşmeler sonucunda her
hangi bir hasar bulgusuna rastlamadıklarını ifade etti. Denizli’nin en önemli
istihdam ve yatırım bölgesi olan ve çok sayıda ulusal markaya ev sahipliği
yapan bu bölgenin, hem ülke hem de bölge ekonomisi açısından önemine değinen
Prof. Dr. Şenel, Honaz ve çevresinin Denizli’nin deprem riski en yüksek
bölgeleri arasında yer aldığını belirtti. Depremin olduğu andan bu yana bölgede
yirmiye yakın deprem meydana geldiğini, bunların dört tanesinin 3 büyüklüğünün
üzerinde olduğunu dile getiren Prof. Dr. Şenel, Denizli’de bölgenin jeolojik
yapısı gereği bu tür depremlerin yaklaşık her yıl ya da 2-3 yılda bir
yaşandığını belirtti. Denizli’de yaşayan vatandaşların bu depremlere alışık
olması gerektiğinin altını çizdi. Prof. Dr. Şevket Murat Şenel sözlerine şöyle
devam etti: “Denizli, Menderes Grabeninin uzantısında, fay hatlarının
birleştiği bir bölgede bulunuyor. Denizli, kırıklı fayların üzerine inşa
edilmiş bir şehir. Roma Döneminden kalma tarihi kayıtlarda bile bu bölgede pek
çok depremin meydana geldiği ifade ediliyor. Bizim bu tür depremlere alışkın
olmamız lazım. Denizli bu gerçekle yaşayan bir şehir.” Denizli’nin
binalarını, depremlerin verebileceği olası hasarlar konusunda da değerlendiren
Prof. Dr. Şevket Murat Şenel, 1950-1960’lı yıllara kadar Denizli’nin yapı
stokunun neredeyse tamamının yığma yapılardan oluştuğunu hatırlatırken, 1976
yılında yaşanan depremin Denizli için bir milat olduğunu söyledi. Bu tarihten
sonra yapılan binaların çoğunun betonarme yapılar olduğunu belirtti. Betonarme
yapılarla ilgili ilk ciddi deprem düzenlemesinin 1998 yılında yapıldığını
söyleyen Prof. Dr. Şenel: “2000’li yıllar ülkemiz açısından bir milat. 1999
Marmara depreminden sonra, 2000’li yılların başından itibaren hazır beton,
nervürlü donatı, yapı denetim sisteminin getirilmesi ve bilgisayar programları
ile binaların daha detaylı ve gerçekçi analizleri gibi yenilikler hayatımıza
girdi. Ardından gelen DASK sistemi, usta ve kalfaların eğitimi, kentsel dönüşüm
ve Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı ile ilgili çalışmalar bu anlamda
atılan olumlu adımlardı. Bunlar önemli adımlar olsa da hala sorunu çözmeye
yeterli değiller. Çünkü bir noktaya kadar geldik fakat 2000’li yıllardan önce
yani bu sözünü ettiğimiz düzenlemelerden önce inşa edilen binalar ile ilgili
sorunlarımızı ortadan kaldıramadık. Vatandaşlarımızın şu soruyu kendilerine
sormasında fayda var; 2000’li yıllardan önce yapılan binalarda mı oturuyoruz? Yoksa
2000’den sonra yapılan binalarda mı oturuyoruz? Çünkü dediğim gibi yumuşak
karnımız 2000’li yıllardan önce yapılan binalarımız. Bu durum gerek Denizli
açısından, gerekse Türkiye geneli açısından böyle. Bina stokumuzun yaklaşık
3’te 2’si 2000’li yıllardan önce yapılan binalardan oluşuyor. Fakat dün
yaşadığımız deprem açısından hadiseye baktığımızda vatandaşlarımızın 4, 4.1
gibi büyüklüklere sahip depremlerden endişe etmelerine gerek yok. Ancak, endişe
etmemek demek, önlem almamak demek anlamına gelmiyor. Yaşanılan depremleri
birer ikaz olarak görmeli ve özellikle 2000’li yıllardan önce yapılan ve çok
katlı binalarımız için gerekli incelemeleri yaptırarak gerekli önlemleri
almalıyız. Bu konuda yerel yönetimlerimize düşen büyük görevler var. Çünkü bu
konuda hazırlıklı olmak için çok disiplinli çalışmaların yapılmasına gerek var.
Zemin büyütmesi riski ile karşı karşıya olduğumuz bölgelerin belirlenmesi için
jeolojik ve jeoteknik çalışmaların yapılması, yumuşak karnımızı oluşturan
riskli binaların belirlenmesi için ise vakit kaybetmeden inşaat mühendisleri
ile işbirliği içinde projeler yürütülmesi gerekiyor. Bu anlamda yerel
yönetimlerimizden beklentimiz katalizör görevi görerek bir an önce sonuç almaya
imkân verecek çalışmalara destek olmaları.” şeklinde konuştu. Prof.
Dr. Kumsar: “Ağır faturaların ödenmemesi için üniversite, yerel yönetimler ve
meslek odaları hep birlikte çalışarak kenti depremden oluşabilecek zararlara
karşı hazır hale getirmek zorundadır.”
AFAD’ın
verilerine göre en büyüğü 3.7 büyüklüğünde olmak üzere peş peşe meydana gelen
depremleri jeolojik anlamda değerlendiren PAÜ Mühendislik Fakültesi Jeoloji
Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halil Kumsar, bölgede yer alan faylarda
son birkaç gündür hareketlilik gözlemlendiğini ancak bu hareketliliğin büyük
bir depreme neden olabileceğini söylemenin şu an eldeki verilere göre doğru
olmayacağını söyledi. Denizli’nin bulduğu bölgede çok sayıda aktif fayın
olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kumsar, bu faylarda zaman zaman farklı
büyüklüklerde deprem meydana gelmesinin doğal olduğunu ifade etti. Ancak
Pamukkale- Karahayıt fayının tek parçalı olarak kırılması halinde 7’ye yakın
büyüklükte bir deprem meydana gelebileceğine dikkat çekti. Prof. Dr. Halil Kumsar
sözlerine şöyle devam etti: “7 büyüklüğüne yakın bir büyüklükteki deprem, 1717
yılında meydana geldi. Bu büyük deprem sonucu Denizli’nin nüfusunun yarısı yani
yaklaşık 6 bin kişi hayatını kaybetti. Bu deprem ve yaşanılan can kayıpları ile
ilgili belgeler Osmanlı arşivlerinde de yer almaktadır. Böyle bir depremin
tekrarlanması durumunda Denizli için çok ağır faturaları olabilir. Ağır
faturaların ödenmemesi için üniversite, yerel yönetimler ve meslek odaları hep
birlikte çalışarak kenti depremden oluşabilecek zararlara karşı hazır hale
getirmek zorundadır. Deprem kaynaklı oluşabilecek zararları en aza indirebilmek
için öncelikle iyi bir jeolojik alt yapı çalışması yapılması gerekiyor. Fay
zonları üzerinde yer alan, riskli olabilecek bölgelerdeki yapılar incelenmeli,
fay hatları üzerinde çok sayıda yerleşim yeri var ise o yerleşik bölgeler,
kentsel dönüşüm yapılarak terk edilmelidir. Çünkü 1999 Marmara depreminde Kuzey
Anadolu fayı on katlı bir sitenin tam ortasından geçiyordu. O sitedeki
binaların hepsi deprem sonucu yerle bir oldu. Bilimsel veriler ışığında bizim
böyle benzer bir olayı vatandaşlarımıza yaşatma hakkımız yok. Bu bilimsel
verileri kullanarak, yerel yönetimlerin de bir adım atması gerekmektedir.
Kentsel dönüşüm ve riskli bölgelerdeki binaların boşaltılması konusunda ilgili
bakanlıklar bir çalışma yapmalıdır. Bilindiği gibi yakın bir zamanda
yaşadığımız İzmir depreminde, zeminin yapısına uygun olmayan yapılaşma
nedeniyle, merkez üssünden 70 km uzaklıktaki binalarımız yıkıldı. Bu olayda da
gördük ki meslekler arası işbirliği bir kent için son derece önemlidir.  Dolayısıyla bizim yapacağımız jeolojik,
jeoteknik ve jeofizik çalışmaların üzerine şehir plancıları mevcut duruma uygun
planlama yapacaklar, sonrasında inşaat, makine, gibi mühendisler ve mimarlar
üst yapıyı oluşturacaklar. Bu bir zincirdir. Bu zincirin herhangi bir halkasında
yaşanacak olan bir kopma, zincirin yükü taşıyamamasına neden olur. Bu yüzden
işbirliği yapmak zorundayız. Deprem gerçeğinin bilincinde olarak, yaşadığımız
bölgeleri depreme hazırlamamız gerekmektedir.”













 Depremde meydana gelebilecek zararların önüne
geçilebilmesi için yapılması gereken çalışmaların sadece konutlarda değil,
insanların zamanını geçirdiği tüm mekânlarda yapılması gerekliliğinin altını
çizen Prof. Dr. Halil Kumsar; depremin ne zaman ve kaç büyüklüğünde olacağının
bilinemediğini, olası bir depremde meydana gelebilecek hasarların en aza
indirilebilmesi için tüm yapıların depreme karşı hazırlıklı olması gerektiğini
belirtti. Değerlendirmelerinin sonunda Denizli’nin Türk ekonomisi için önemli
bir sanayi şehri olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kumsar,  sanayi tesislerinde çok sayıda işçinin
çalışıyor olması bunun yanında üretimin de devam edebilmesi adına yine sanayi
tesislerinde de yapılacak jeolojik, jeoteknik ve jeofizik çalışmaların ardından
gerekli iyileştirme çalışmalarının yapılması gerektiğini vurguladı. Prof. Dr.
Halil Kumsar, aktif faylarla çevrili sanayi alanlarının da deprem konusunda
öncelikli çalışma yapılması gereken alanlar olduğunu hatırlattı.